“O yaz Türkiye’ye yaz tatili için gelmiştik. Mayo giymeyi tercih etmediğim için tatil boyunca denize bile girmemiştim. Mutsuzdum. Etrafta gördüğüm örtülü bayanlar oldukça dikkatimi çekiyor ve onlar gibi olmanın hayallerini kuruyordum. “Büyüyünce ne olacaksın?” diye sorarlar küçüklere. Ben, büyüyünce Türk olacağım derdim.”
Her insanın bir hayat hikâyesi vardır ve her hayat hikâyesi okunmayı bekleyen bir kitaba benzer. Ama bunlar arasından yalnızca topluma büyük faydaları dokunmuş, isimleri duyulmuş hayat hikâyeleri merak edilmeye, okunmaya değer gibi görünür. Oysa her birimizin her gün rastladığı insanlar içerisinde hikayesi gönüllere dokunmayı bekleyen birbirinden iç açıcı hikâyeleri olan niceleri vardır da biz bilmiyoruzdur.
Örtünme hikâyemi anlatabilmek için sizleri önce doğduğum topraklara götürmeliyim. Ben, K. Makedonya’nın Gostivar şehrinde dünyaya gelmişim. Kalabalık bir ailede büyümenin zorluğuna rağmen temel değerler eğitimini beş yaşıma kadar evde öğrenmiştim. Mahalle kültürünün birebir yaşandığı bir mahallede büyüyordum ve bizim mahallenin tüm çocukları camiye Kur’an öğrenmeye gidiyorlardı. Yaşım onlardan küçük olduğu için camiye gidemiyor ve onların camiden gelmelerini beklemek zorunda kaldığım için oldukça üzülüyordum. Durumumu fark eden babaannem, camide görevli hocayla görüşüp beni de derslere başlatması konusunda hocaya ısrar etmişti. Babaannemi kırmayan hocamız, önümüzdeki günlerde benim de derslere başlayabileceğimi söylemişti. Yaşım beş ve ben ilk defa formal anlamda din eğitimine başlamıştım. Çok kısa bir sürede Elif Ba kitapçığının tamamını ezberlemiş ve hocam tarafından ödüllendirilmiştim. İlk defa ev harici bir yerde takdir edilmemin verdiği mutluluk, daha o yaşlarda iken gelecekte din adına bir şeyler yapmama vesile olmuştu. Bir yıllık bir sürede Kur’an’ı hatim etmeme ve eğitimimi bitirmeme rağmen cami ile bağımı hiç koparmamıştım.
Uzun yıllar cami eğitimine devam ettim. Her yıl konular üzerine biraz daha derinleşiyor ve öğrendiklerimi biraz daha içselleştiriyordum. Başörtüsü de bunlardan biriydi. Mesela; camiden geldiğim hâlde örtümü çıkarmayıp gün boyu örtümle evde otururdum. İlk başörtüm ise babaannemin kendi elleriyle işlediği dibi oyalı beyaz renkli ipek örtümdü. Hatim indirdiğim gün onu takmıştım ve küçücük yaşımda, orada karar vermiştim. Büyüdüğümde kesinlikle hep bununla yaşamalıydım. Zaman zaman mahalleye örtümle oynamaya bile çıkardım. Arkadaşlarım buna gülse de aldırış etmezdim.
Yıllar geçtikçe içimdeki örtünme isteği kuvvetleniyordu ama ne var ki, o topraklarda bunu yapmak o kadar kolay değildi. Komünizm izlerini bir türlü üstünden atamayan Balkan coğrafyasında her ne kadar dinî bir zorbalık olmasa da, halkın kendi kendine belirlediği bir yaşama şekli vardı. Gelenek hâline gelmiş bu putları yıkmak küçük bir kız çocuğu için oldukça zordu. Psikolojinin öne sürdüğü gibi ya savaşacaktım ya da kaçacaktım. Ben önce savaşmayı ardından kaçmayı denedim.
Örtünmeyi ilk istediğimde ve bunu aileme bildirdiğimde yaşım henüz dokuzdu. Hiç unutmuyorum evde kıyamet koparcasına şiddetli bir gün yaşamıştık. Anne-babamın şiddetle karşı çıkma sebebi; İslam’ın bir buyruğu olan örtüyü reddetmek değildi, o kadar küçük yaşta örtünen kimse yoktu ve benim o insanlar içinde daha dokuz yaşlarında iken hakîr görülmemi elbette istemiyorlardı. Dolayısıyla buna şiddetle karşı çıkıyorlardı. Üstelik annem, yengelerim, halalarım hepsi örtülüydü.
Ben de bu tutum karşısında bir çıkış yolu bulmak için kendi içimde savaş veriyordum. Madem doğrudan kapanmama izin yok, o zaman bu işi peyder pey yapmalıydım. Kısa kollu ve açık olan tüm eşyalarımı hayatımdan kaldırdım ve gün içindeki camide kalış süremi uzattım. Yaşım ilerledikçe bu isteğimi tekrar dile getiriyor ama mamafih ailemden bu istediğime bir türlü izin çıkmıyordu. Mahalledeki arkadaşlarıma söylediğimde 6. sınıfa geçmiştik ve “saçmalama daha çok küçüğüz yanıtını” almıştım. Hakikaten de arkadaşlarımızın içinde örtünen yoktu.
İstediğim kimlikte yaşayamamanın verdiği bunalım her geçen gün beni biraz daha çıkmaza sürüklüyordu. O yaz Türkiye’ye yaz tatili için gelmiştik. Mayo giymeyi tercih etmediğim için tatil boyunca denize bile girmemiştim. Mutsuzdum. Etrafta gördüğüm örtülü bayanlar oldukça dikkatimi çekiyor ve onlar gibi olmanın hayallerini kuruyordum. “Büyüyünce ne olacaksın?” diye sorarlar küçüklere. Ben, büyüyünce Türk olacağım derdim. Bu yaz tatili ile birlikte aradığıma biraz daha ulaşmıştım. Çünkü bir sürü örtülü hanımla konuşma ve onların örtünme hikâyelerini dinleme fırsatı yakalamıştım. Orada da bir kez daha karar vermiştim. “Ben kesinlikle Türkiye’ye gelip istediğim kimlikle burada yaşamalıyım”… Yani İmam Hatip okumak için Türkiye’ye gelmeye karar vermiştim. Tabii bu radikal kararlarım aile içinde büyük tepkilere ve uzunca süren küsmelere sebep oluyordu. Ne olursa olsun kararımdan vazgeçmedim. Maalesef ne ailemden ne de arkadaş çevremden verdiğim kararlar konusunda beni tasdikleyen olmamıştı. Küçük yaşta tek başıma bu yolda olduğum için üzgündüm ama istediğim gibi yaşayabilmenin verdiği mutluluk da içimde yok değildi.
Liseye geçiş dönemi gelip çattığında ailemin haberi olmadan Türkiye’de bir İmam Hatip Lisesine müracaat etmiş ve olumlu yanıt almıştım. İlk somut adımı atmamla birilikte sıra şekle şemale gelmişti. Örtünmemi desteklen kimse olmadığı için tesettüre girecek hiç uygun kıyafetim yoktu. Ben de ikinci somut adımı attım ve bir yaz günü kimseye haber vermeden babamın mavi bir keten gömleği ve babaannemin bir örtüsünü kombin yapıp (başörtüsünü iğne kullanmayı ve bone takmayı tam olarak bilmediğimden çenem altına düğümlemiştim ) hiç utanmadan sokağa çıktım. Arkadaşlarıma “artık kapandım ve artık böyleyim.” dediğimde hepsi çok şaşırdı. Örtünmekten ve bilhassa Türkiye’ye gitme kararımdan caydırmak için arkadaşlarım büyük çaba sarf ediyorlardı. Ailem deseniz inanılmaz bir hüzün yaşıyordu. Ama ne olursa olsun geri adım atmamıştım.
İmam Hatip’e kayıt olmanın ve örtünmemin verdiği mutlulukla hayat basamaklarını adım adım yürüyerek ilerledim ve tam on beş yıldır örtülü olduğum için kendimle hep gurur duydum. Ailem ve çevrem mi? Zamanla onlar da kabul ettiler tabii.
Anne-baba zoruyla kapanan kız çocukları hikâyeleri dillerde dolanır çoğunlukla. Menfi bir hadise anlatılacakken “zorla kapanmış” örneği verilir hep. Benim örtünme hikâyemde ise tam tersi olmuştu. Örtülü bir hayat yaşama isteğime karşı tüm gemileri yakmıştım. Eminim benim gibi tesettür konusunda oldukça mücadele etmiş bir sürü kişi vardır. Bunların en bilindikleri ve aklımızdan asla silmememiz gerekenleri 28 Şubat hadiseleridir.
Hülasa, saygı denilen olgu sadece açılmak isteyenlere değil; benim gibi kapanmak isteyen kişilere de geçerli olursa, ancak o zaman toplumsal barış ve eşitlikten söz edebiliriz. Aksi tutum ve davranışlar bizi yobaz yapacaktır…
Meryem MURAT
Photo by Azzedine Rouichi on Unsplash
Yorum yok! İlk sen ol.